29 Ara 2007

YUKİ

Her sabah radyodaki neşeli adamın
bilmecesiyle uyanırdık yanıtını artık
adımız gibi bildiğimiz, haykırırdık:
edi, edi, edi... Sonra ne değişti ki?

Köşedeki Kör Ali’den alıp çiğdemleri,
kıvırıp koltuğumuzun altına minderleri,
tahta sandalyelerinden kapınca ön sıralarının
yazlık sinemanın, nasıl sevinirdik.

Çocuktuk, ilkgençliğe adım atmış,
o perdede ah, kaç sevgili gezinirdi,
arada gazoz kuyruğunda beklerken başlardı
nedense her gece filmin kaçmayacak sahneleri.

Bir sigara daha içeriz derken kuytularda,
hep geç kalırdık, itilir kakılır sonra,
en sonunda sandalyelerle beraber
minderleri de kaptırırdık uyanıklara.

Yuki’yi bulmaya giderdik biz arka sokağa,
kovalanıp dönerdik, bulamazdık.
İncir ağacında cinler varmış, hep kaçtık.
Öğrendik sonunda çıkmamayı sokağa.

Hafta sonları biraz geç uyanınca,
kırpıştırırken gözlerimi gelen güneşle,
bir göz kırpıp geçen zamanda radyodan
duyar gibi oluyorum Orhan Boran’ı.

Önce o konuşuyor, sonra sevimli Yuki.
Sokağa çık artık, diyor, hadi!


Hiç yorum yok: