14 Ara 2007

HARMANDALI

Saraç Yılmaz orfoz sever, kalkar sabah hale gider,
çekse Kerim, ayıracak, çoğu zaman da bulamaz.
Galon şarap yine çıkmış, fiyatı da uygunsa az,
bulursa bir gıcır lüfer, değmeyin keyfine akşam.

Sallanan tahta masada mönü oldukça sağlam:
Eski kaşar, Girit kabağı, çöz, közde bumbar,
radika ve turpotu, bıldırcınlar havadalar nasılsa,
bulur da vesileyle anmaz mı hiç geçmişi,
ortada koca şişede Kocabağlar şarabı!

Cızırtılı radyoda: har-ma-an-da-lı-ı...
“Bademler de çiçeklendi erkenden” diyiveriyor,
e-fe-e-em ge-li-yor!
Cevvaller erken dönüyor, kırmalılar asıldı,
“Eriklerin sırasını bademler aldı,
vakitleri miydi yahu, yazık dökülecekler,
keşke açmasalardı” diyor sonra,
kimsecikler birşeycik anlayamıyor.

Radyonun cızırtısının bilmemnesine okkalı
bir küfür sallıyor ve parmakları düğmenin
üzerindeki silik sayılarda buluşup kıvrılıyor
çabucak ve kesin ve tek bir hareketle
istasyonu TRT’ye ayarlayıveriyor:
Ankara-Eskişehir karayolunun yüz otuz ikinci
kilometresinde devam etmekte olan
yol yapım çalışmaları nedeniyle
trafik işaret ve işaretçilerine...

Muzipçe kıvrılıyor göğe bakan bıyığı,
“Tüm dizginlerini Dikili’nin ellerimde tutarım,
tüm atların sırtına ben otururum ilk,
harbi avcı bir ben kaldım bu yerde,
Nah işte, kasabanın da tek saracıyım.”
Radyo, bilir, tanır onu ve şapka çıkarır gibi
sekmiş yerel kanala kendiliğinden, bağırıyor:
E-fe-e-em ge-li-yor! ! !

Dikili Avcılar ve Atıcılar Kulübü’nde o zaman,
Saraç Yılmaz Kocabağı boşalttı sabaha karşı, rakı içtim
ve susup dinledim ben, konuşarak dinlenmiyor zaten;
her şey mükemmeldi ama bir şey vardı çözemediğim:
Ne yalnızlığı sarsmıştı beni, ne de inceden palavraları şaşırtmıştı.
Bercise’nin kocasıydı ama bilmiyordum,
istasyonları Bercise mi kurcalıyordu ya da
badem çiçeklerinin davranışı gibi bir şey miydi yaşam?
Har-ma-an-da-lı-ı! ! !

Hiç yorum yok: