14 Ara 2007

TOPAÇ

Yalınayak gezinmeyi çok severdik de
basamazdık yanan asfaltına,
Ramazan, bre Ramazaan gel de yoğurdunu ye!
sesiyle çınlayan her öğle vakti mahallenin,
oyunumuzun bozulmasına bozulurduk.
Vaktinden evvel yerdik kayısılardan,
çağla derdik, ekşi ekşi, komşu ağaçlardan.

Ömer, acıkınca karnı, yemek için yine
salçalı yarım ekmeği, Nana, Nanaaa!
diye bağırırdı bizim arka bahçeden.
Her öğle zamanı, Pomakça’yı biraz daha
kıvırmak için yeni bir fırsat sunardı.

Kızlar topaç çeviremez, en beceriklisi
alttan çekerdi ipi, bizse kaldırdık mı
taa baş hizasından çakar asfalta
döndürürdük bir saat aleti.

Sonra tüfek icat oldu misali,
topacın da çıktı otomatiği.
N ede olsa memur çocuğuydum,
ilk alan ben oldum ondan,
alamadı ne Ömer ne de Ramazan,
bir daha da benimle oynamadılar.

Ne şimdi severim ne de o zaman
sevdim böyle şeyleri ama,
söyleyemedim bir türlü de babama.
Neden sonra anlıyor insan ne çok şeyi
yitirdiğini, - belki bir sevgi ilânının
gecikmesi gibi – sevmediğini
söyleyemediği zaman çok kez.


Hiç yorum yok: